Özünü Kaybeden Şehirler ve Aydınlatmaları

Yıllardır süre gelen tarihi yapılara karşı olan saygısız tutum, en sonunda şehirlerimizin ana dokusunu kaybetmesine sebep oldu. Bazı eserler gerek restorasyon gerekse aydınlatma anlamında hor kullanıldı, bazıları ise tamamen yok oldu.

Özünü Kaybeden Şehirler ve Aydınlatmaları
26.08.2019
145
A+
A-

Yıllardır süre gelen tarihi yapılara karşı olan saygısız tutum, en sonunda şehirlerimizin ana dokusunu kaybetmesine sebep oldu. Bazı eserler gerek restorasyon gerekse aydınlatma anlamında hor kullanıldı, bazıları ise tamamen yok oldu.

Yakın zamanda başlayan kentsel dönüşüm çalışmaları da üzerine eklenince şehirler düzensiz beton yığınlarına dönüştü. Yol, bahçe, park ve bina cephelerinde gerekli gereksiz uygulanan aydınlatmalar sebebiyle de çevre düzeni karmaşık bir hal aldı.

Şehir dokusundaki yapıları; tarihi mirasımız olan binalar, modern kentleşme ile yapılan yapılar ve günümüz mimarisi ve kültürümüz ile ilgisi olmayan taklit yapılar olarak 3 grupta toplayabiliriz.

Tarihi yapılardan başlarsak, bunlar her biri ayrı birer değere ve hikayeye sahip olan yapılardır.

Restore edilmeleri, yani aslına uygun şekilde onarılmaları gereken, her biri ayrı ayrı işlenmiş süslemelerini, kemerlerini, kısacası tüm değerli yapı bileşenlerinin aydınlatma ile vurgulanması gereken, şehre değer katacak güzelliğe getirilmeleri gereken yapılardır.

Günümüz binalarında ise, aydınlatma sorunları tarihi bir binaya göre daha kolay çözülebilir. Tabi eğer, mimar ve aydınlatma tasarımcısı projenin başından itibaren işbirliği yaparlar ve aydınlatma detayları bina yapım aşamasındayken değil de proje aşamasında çözülürse.

Ancak görünen o ki, bina cepheleri birbirleriyle yarış içinde, LED teknolojisinin verdiği esneklikle rengarenk ve hedef her yer aydınlansın mantığı ile fazlasıyla göz alıcı ve rahatsız edici.

Bir de kentsel dönüşüm ile yıkılan eski mahallelere getirilip kondurulan yüksek binalar ve AVM’ler var ki, bunların bir kısmı aslında hiç de yerel mimari ile alakalı olmayan bir tarzda yapılıyorlar.

Örneğin klasik Fransız sokaklarının dokusundan ve klasik aydınlatmalarından etkilenenler oluyor. Aşınmış parke taşları, eski binaları, klasikleşmiş sokak tabelaları ve yıllardır değiştirilmeden duran sokak aydınlatmaları ile bir ahenk içinde olan bu sistemi alıp İstanbul‘un bir semtine adepte etmeye çalışmak, İstanbul’a bir hakaret sayılmalı. O kültürden kopuk, hikayesi olmayan ve sadece sıradan bir taklit olmaktan öteye geçemeyen bu tür bir anlayış, ne yazık ki, yaşam alanlarını zenginleştirmekten çok uzak.

Birkaç örnek vermek gerekirse;

Mannheim Su Kulesi ve etrafındaki park;

1886 yılında yapımına başlanan kule, etrafındaki park, arkası ve çevre binaları ile Avrupa’nın en güzel Art Nouveau örneklerinden biridir.

Gece aydınlatılan; kule, süs havuzları, fıskiyeler ve klasik aydınlatma direkleri ile bu park, romantik ve düşsel bir ortam yaratır. Bu park gençler, yaşlılar tüm şehir halkı için bir simge konumundadır.

Heidelberg Statdhalle;

1903 yılında yapımı tamamlanan bina Alman rönesans mimarisi örneklerinden biridir. Saraydan sonra şehrin en güzel binalarından olan yapı Neckar nehri kenarındadır.

Gerek cephe aydınlatması, gerek binayı çevreleyen direk tip aydınlatmaları ile bina nehir kenarında bir şaheser olarak yer almaktadır.

Fotoğraflardan da görebileceğiniz gibi tarihi eser statüsünde olan bu iki bina bulundukları şehirlerin en değerli yapılarındandır.

Mimari tarzlarına ve bulundukları çevreye uygun aydınlatma elemanları ile aydınlatılmaktadır. Örneğin, Stadhalle‘nin giriş saçağındaki sarkıtlar cepheye ve saçağa uyumlu, glob tarzı sarkıt ve direk tipi aydınlatmalar ise yine aynı şekilde mimari tarza ve çevreye uyumludur.

Su Kulesi cephe ve çevre aydınlatmaları için de aynı uyumun varlığından söz etmek doğru olacaktır.

Böyle bir tarihi dokunun bulunmadığı, hatta taklitten öteye geçemeyen bir mimari anlayış ile yapılan bir yaşam alanında, Avrupa’da görmeye alışkın olduğumuz gerçek anlamda tarihi olan aydınlatma armatürlerinin taklitlerini kullanmak ne derece doğru bir uygulamadır?

Özet olarak her bir bina, yaşam alanı ve çevresi nasıl başlı başına birer proje olarak ele alınıyorsa, aydınlatma elemanları da mimari tarza, dokuya ve kültüre göre seçilmelidir.

Taklit ürünleri hem tarihi eserlerde, hem yeni gelişen konut projelerinde, hem de AVM’lerde kullanmak beklenen etkiyi sağlamamaktadır.

Binaya ve bulunduğu ortama özgün bir ürün geliştirememek sıradanlığı beraberinde getirmektedir.

En önemlisi çevreyi, insan ve diğer canlıların gereksinimlerini dikkate almadan işlevsiz veya amaç dışı aydınlatmak, gelişmiş ülkelerde çeşitli insiyatiflerin de savunduğu gibi
ekosistem ve insan sağlığı üzerinde olumsuz etki yaratmaktadır.

Tabi ki, iyi örnekler de mevcuttur. Ve tabi ki bazı projeler maalesef bilinçsiz bir yatırımcının, ya da bir kurumun elinde olduğundan, ya da ekonomik kısıtlamalardan dolayı bu şekilde gelişmektedir.

Ama bizim, bu tür yavan uygulamaları eleştirmemiz de kaçınılmazdır.

Ayşe Dilay Özkiper, Notre Dame de Sion Fransız Lisesi'nin ardından eğitimine İTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık bölümünde devam etmiştir. İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadı Enstitüsü'nde aldığı işletme eğitiminin yanı sıra, aydınlatma tasarımı ve tekniği konularında çeşitli eğitimlere katılmıştır. Bugüne kadar olan 29 yıllık meslek hayatının son 20 yılını mimari aydınlatma alanında geçiren Özkiper, halen aydınlatma tasarımcısı ve danışman olarak kariyerini sürdürmektedir.
Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.