Kalite Nedir? Ahşap, Beton ve Çelik Yapılar

Farkında isek ömrümüz; bu nedir, ne demektir ve ne anlamamız gerekir soruları ile dopdolu. Evet bir gün, “Gerçek kalite nedir?” diye bir makale yazmayı “gerçekten” planlıyordum. Galiba sırası geldi! İlk sorum şu olsun; yoksa kalite, bir çeşit namus sorunu mudur? Kalitenin sözlük anlamı nitelik demek. Yani söz konusu üründe faklı bir nitelik varsa ancak ona kaliteli denebiliyor. Peki o fark, ne adına bir fark olmalıdır?

Kalite Nedir? Ahşap, Beton ve Çelik Yapılar
01.11.2021
1.443
A+
A-

Farkında isek ömrümüz; bu nedir, ne demektir ve ne anlamamız gerekir soruları ile dopdolu. Evet bir gün, “Gerçek kalite nedir?” diye bir makale yazmayı “gerçekten” planlıyordum. Galiba sırası geldi! İlk sorum şu olsun; yoksa kalite, bir çeşit namus sorunu mudur?

Kalitenin sözlük anlamı nitelik demek. Yani söz konusu üründe faklı bir nitelik varsa ancak ona kaliteli denebiliyor. Peki o fark, ne adına bir fark olmalıdır? İşte şimdi geldik o niteliğin ne olduğuna ve kimin adına nitelikli sayılabileceğini açıklama ihtiyacına!

Bir suçluyu ancak kanun namına tutuklayabiliriz. O yüzden, bir kalite ödülünün de ancak insanlığın ve doğanın hayrı adına sorgulandıktan sonra, yâni insanlık namına verilmesi doğru olacaktır. Çünkü bence sadece o türlü başarılar kalite damgasını hak edebilirler. Kalite daima, beraberinde bir yaşamsal katkı ve bir başka deyişle fayda içermesi gereken bir eylem olmalıdır. Özetle; insanlığın ve dünyanın, sağlıklı geleceği adına bir değer ihtiva etmelidir. Parmak izi bırakılmayan bir soyguna, çok kaliteli denemeyeceği gibi,  o soyguncuyu müdafaa görevini üstlenen bir avukatın eylemine de çok kaliteli bir müdafaa denilmemelidir. Çünkü o sadece, mevcut kanunların hiç de iyi olmayan bir niyetle, açığını bulma marifeti olmuştur. Doğanın ve insanlığın faydasına olmayan, hatta tam tersine, toplu katliamlara kapı açan; yaşamakta olduğumuz, kaynağı belirsiz ama kasıtlı bir icat olduğu artık anlaşılan bir virüse de, mucitlerine de herhalde, bir kalite ödülü verilemeyecektir!

Müthiş güvenlik ve inanılmaz zenginlik içinde yaşayan bir padişahın bile verdiği kararlarla, insanlığın aleyhine suçlar işlemesi engellenemez. O yüzden, kaliteli varsayılan bir unvan sahibi de, hiçbir zaman ideal bir model sayılmamalıdır. Yani daima ilkin, elde etmeye çalıştığımız kalitenin, neye ve ne amaçla hizmet edeceği ve hangi olumlu işlere aracı olacağı gözden geçirilmelidir. Yani insanlığın, doğanın ve ülkesinin mutlaka hayrına olması lazım gelen hedefi, önceden belli olmalı ve tanımlanabilmelidir…

Yine o yüzden; bir elbisenin, bir görüntünün, bir aracın, bir binanın kalitesi adına,

  • İçinde mutlu insan var mı?
  • Yani insana verilen bir önem var mı?
  • Yaşamı kolaylaştıracak bir değer var mı?

diye sorgulamalıyız tüm ürünleri. Yani o ürünlerin, kısa ve uzun vadede, insanlığın ve doğanın hayrına bir tasarım ve üretim olup olmadığına bakmak gerekecektir. İnsanlığın ve doğanın varoluş umdelerini ve hedeflerini irdelemeden, endüstriyel çatılar altından çıkan her ürüne, vitrinde nasıl durduğundan yada çok fark yaratan çarpıcı ve çekici tasarımından ötürü ve en önemlisi de ne kadar süre değerini koruyabileceğine hiç bakmadan kalite ödülü verilemez.

Bir evlilik söz konusu olduğunda, kızımızın güzel olması, hatta dünya güzeli olması, damadın da; sadece çok güçlü yada çok yakışıklı olması, evlenmek için seçilmelerinde nasıl ki tek başına yeterli olmayacaksa, o evlilik adına kalitenin kurallarını da ayrıca irdelemek ve sıralamak zorunda kalacağımızı bilmek gerekir. Hiç iz ve leke bırakmayan bir cinayeti,çok kaliteli bir vahşet” diye baş tacı edemezsek,  mücevherlerle süslü bir elbise ile pazar yerinde dolaşan görgüsüz kişiyi, mutlaka çok kaliteli bir bayandır diye, yani yine aynı nedenle baş tacı edemeyiz.

Gelin yapısal bir örnek sunalım!

Maşallah tüm siyaset ustaları sadece, “bana güven gerisini merak etme sen” başlığında eylemler gerçekleştireceklerini dile getiriyorlar ama, o eylemlerin içeriğinden de, ülkemiz adına hayâti önemde olması gereken önceliklerinden de hiç bahsetmiyorlar. Bu tavırları bana göre, sadece bilmezlikten değil, karşılarına almaları gereken, enerji, ekoloji ve tarım lobileri ile şimdiden çatışmamak için dile getirmekten bile korkmaları yüzündendir.

Amerikalı, Kanadalı ve Avusturalyalının da, Japon’un da, Avrupalının da; vaktiyle atalarımızdan öğrendiklerini ve hâlâ en doğru malzemedir diye dile getirdikleri ahşabı kullanmalarının, çok düz bir mantıkla ormana ihanet olduğunu ileri sürmek de apayrı ve şaşkınlık uyandıran bir yorum olacaktır.

Dünyada kullanılan yapısal ahşap; daima ve sadece, o amaçla dikilen ve inşaatta kullanım kolaylığı ve statik değerleri yönünden çok avantajlı olan ve 20 yıl içinde hızla büyüyen ağaçların dikildiği yapısal  amaçlı ormanlardan elde edilir. Bunun dışındaki bir ormanlık alanda, Amerika’da, veya Rusya’da bir sniper sizi, milli bir ormanda ağaç keserken görürse, önce ateş açarak sizi ikaz eder, sonra da gelip kim olduğunuza bakar. Çünkü onun görevi, her ne olursa olsun, insanların sağlıklı yaşantısı adına o ormanı korumaktır. Kaliteli davranış budur! Bizde ise maalesef bir orman koruyucusu; ilkin o ormanı pazarlayan kişi bile olabilmektedir. Bazı beton saçak örneklerinde olduğu gibi şirinlik olsun diye, ağacın bir süre sonra sıkışacağı bir delik bırakan, hiç olmazsa saçağın o bölümünü tamamen silerek çözmeyi  akla getiremeyen, zeka noksanı mimar olmak da apayrı bir maharettir.

Betonarmenin akciğer kanserine neden olan radon gazı yayılımından hiç haberdar olmayıp, 50 yılı aşamayan bilimsel ömrüne nasılsa hiç şahit olamayıp yada bunu bilen bir inşaat mühendisine hiç rastlamayıp, yangın geçiren bir betonarme binanın, artık demirleri uzayıp, yâni betonla olan  aderansımı kaybedip, kendiliğinden ilk yıkılacak bina haline geldiği için dünya genelinde derhal yıktırıldığını bilemeyip, çelik binanın ise, tıpkı ikiz kuleler gibi 500-700 derece arasında, yani akma sınırları aşıldığında 10 ila 20 dakika içinde, bana müsade deyip yıkıldığından da haberdar olmayıp, ahşap bina için, nerede ise; insanlığa ihanettir denecek ise, aman dikkat sevgili dostlar! Yaşamsal güvenliğimiz adına, kalitemizi korumalıyız!

200-300 yaşında ahşap yalılarımız, 600-700 yaşında camilerimiz ve 1600 yaşında olan ve Ayasofya’nın kemer kirişlerini hala ayakta tutan, yani bir anlamda Ayasofya’yı ayakta tutan ahşap bağ kirişlerinden, bence yavaş yavaş haberdar olunmalıdır.

Bu bir kişisel övünme konusu hiç değil, ülkemizin, sağlıkla; hayatta ve dimdik ayakta kalabilme mücadelesinin üç temel ayağıdır. Bu vesile ile kendi evini de, yine kendisi 40 yıl önce ahşap olarak inşa eden 55 yıllık bir marangoz olduğumu ve 45 yılı aşkındır da, nedense daima çağrılarak gittiğim 100’ü aşkın üniversitede, 500’ü aşkın ders ve konferans vermeye hala devam ettiğimi söylemek isterim. Kendi enerjisini tamamen üreten, hiç deprem ve sağlık riski taşımayan, ülkemizin ilk devlet, belediye ve şahıs projelerini inşa edip, binlerce öğrenciye anlatan ve birçok AB ödülü alan, 76 yaşında garip bir mimar olduğumu, hiç de övünç vesilesi olmayarak belirtmek isterim. Elbette beton lobisi ve enerji lobisi ile tarım lobisi de beni çok sevmektedir ama, nedense sunulan; bilimsel ve yaşamsal deliller karşısında, ağızlarını hiç mi hiç açamamaktadırlar!

Bu vesile ile kullandığımız tüm enerji kaynaklarının içerdiği riskleri ve yüksek yatırım değerlerinin baskısını taşımayan, %99,9 saflıkta hidrojenin üretim patentinin, bir Türk bilim adamı olan kardeşimize; Dr. Azmi Ekinci’ye ait olduğunu söylemek isterim. Çin Hükümetinin yıllar önce daveti ve mali desteği ile diğer bütün sistemlerden farklı olarak; “depolamadan” ihtiyaç oranında hızlı üretmeyi başardı. Halen üretime devam etmektedir. Sonunda, daima ölümcül tehlikeler içeren, fakat şimdilik dünya ekonomisinin temel değerlerinden olan, nükleer enerjiden başlayıp doğal gaza kadar giden kirli yolda, dünyaya çöreklenmiş tüm riskli ve kötü niyetli metotlardan da vazgeçmeye gelecektir sıra. Yani yaşam kalitemizin temel değerlerine! Bu yüzden giderek dünya hidrojen birliğine giden yolun temellerini atmak, inşallah ülkemize nasip olacaktır, sevgili kalite dostları.

İnsanlığın hayrına olmak; bir temel değerdir.

Kaliteli zehir yada kaliteli bomba diyemeyeceğimiz gibi, kaliteli olsun da, içeriği ne olursa olsun, yeter ki albenili olsun da, elbette denemeyecektir. Her ürünün öncelikle insanlığın yararına, sağlığına ve geleceğine yatırım yapıp yapmadığının gözetilmesi ve denetlenmesi icap edecektir. Çalıyor ama çalışıyor mizahi deyimindeki gibi, örneğin; çok güzel tasarımlı ama iki katı sarfiyatlı bir arabaya, kalite ödülü vermemek gerektiğini daima dikkate almalıyız!

O yüzden bir elbisenin, bir görüntünün bir aracın, bir binanın kalitesi adına, içinde insan var mı?, yani insana verilen bir değer var mı?, yaşamı kolaylaştıracak bir değer var mı? diye sorgulamalıyız tüm endüstriyel ürünleri. Yani ilk olarak o ürünlerin, insanlığın ve doğanın hayrına bir tasarım olup olmadığına bakmak gerekir. Tek başına; harika bir boya, yada mükemmel bir dişli çark; İnsanlığın ve doğanın varoluş umdeleri ve hedefleri irdelenmeden, organize sanayi bölgelerindeki endüstriyel çerçeveden çıkan her ürüne, metalinin saflığına, vitrinde nasıl durduğuna yada çok çarpıcı ve çekici tasarımından ötürü, fakat en önemlisi olan, ne kadar süre verimli ve sağlıklı bir ürün olarak  anılabileceğine hiç bakmadan, kalite ödülü verilemez..

Sadece “kalite” demek yerine, “insanlığın hayrına kalite” mi desek acaba? Mesela; “çok kaliteli bir silahtır bu. Üff! 12’den vuruyor maşallah” dediğimizde, buradaki kalite neyi anlatmakta? Neyin hayrına neyin faydasınadır acaba? Evet, bir bıçak sırtında yolculuğa çıktığımızın farkındayım. Bendeniz de zaten kalitenin, lügatten seçilmiş bir kelimeden ibaret olmaması gerektiğini anlatma gayreti içindeyim.

Üç temel sorun…

Tüm ülkeler adına, hayatta ve sağlıkla ayakta kalabilmenin ön şartları, yâni temel değerler olarak ilkin; enerji ve ekoloji adına kendine yetebilmektir kalitenin tanımı. Buna, dünyada birçok ülkenin de olduğu gibi, bir deprem ülkesinde yaşamakta olduğumuzu da eklersek, bu değerde dördüncüsü olmayan 3 beka sorunumuza, yani temel hedefimizin üç başlığına ulaşmış oluruz: 

  • Enerji
  • Ekoloji
  • Deprem

Ve elbette, bu hedefler adına çalışan; kaliteli bir siyaset! Bu üç başlıkta araştırma ve geliştirme içinde olamazsak, ortaya yapısal ve yaşamsal örnekler koymazsak, bu temel sorunları göz ardı eden; ne sanayi ne de siyaset, ülkemizi kurtarabilir. Şimdi olduğu gibi, ne göçmen sorununa ve benzerlerine sesimizi çıkartabiliriz ne de ülkelerarası siyasi arenada sözümüz dinlenir. Çünkü dış ülkelere dâima, ama dâima; maddi yönden esir kalırız!

Hâlen olduğu gibi; zaten deprem riski en yüksek ülkelerden birisi isek; deprem adına doğru yer, doğru yön, doğru malzeme ve doğru teknik ile yapılacak olan; doğru tasarımlar ile bütün dünyaya da öğrettiğimizi tekrar tekrar hatırlatmak istediğim, ahşap mekânlarda yaşamasını bilmemiz olacaktır gerçek kalite… Maalesef henüz, umurumuzda bile değildir! Çünkü siyaseti de yöneten bazı lobilerin, hiç işine gelmemektedir.

Haa! aklımızda olsun, yangın vukuunda, ikiz kuleler gibi 15 dakikada hiç değil, üç saate kadar yansa da hemen çökmeyen ahşap yapıların, bazı özel sıvıların vakumlu kazanlarda emdirilmesi ile tamamen yanmaz hale getirilmesine de çeyrek vardır artık. Cellubor gibi, yanmayan, nefes alan, ama hiç ısı ve ses geçirmeyen, üstelik ülkemize ait bir kaynak olarak dünyada çok yaygınlaşan bir malzeme de bizlere, mükemmel bir kalite kazandırmaktadır. Betonun, akciğer kanserinin %15 nedeni olan radon gazı taşımasına ilaveten, yangın geçiren betonarme binaların, uzayan demirler ve o yüzden kaybolan aderans, yani demirle betonun birbirine yapışarak “birlikte hareket etme özelliğinin” kaybolması yüzünden, betonarme diye bir şeyin kalmaması sonucu, o sırada yıkılmasa bile yangının ardından hemen yıktırıldığını da eklemeliyim.

Anlatmaya çalıştıklarım bir anlamda, ülkemizi yeniden inşa etme ve tam bağımsızlığa kavuşma politikasıdır. Gerçek kalite de, bu içerikte tezahür edecek, ülkemiz kendisine, daima yetebilecektir. Ve nihayetinde ülkemizin, bir tokat savaşa, bir tokat barışa yolculuk eden, dünyanın kölesi olmaktan kurtulması sağlanacaktır. Özetle, kalite sözcüğünün, durmaksızın tekrarı ile kazanılacak bir şampiyona değildir bu konu. Kaliteyi doğru tanımlamak ve bütün unsurlarıyla hayatımıza katmak zorundayız. Siyasilerimiz bu güne kadar, sadece laf üreten değil doğru örnekleri hayata geçirenler olmalıydı. O yüzden bence kalite birliği, bir eylem birliğinin adı olmalıdır..

Evet, Sayın Mustafa Karaman’ın da dediği gibi, kaliteyi kirletmeden, kaliteyle kandırmadan, kaliteyle aldatmadan ve bendenizin ilavesi ile; umdelerimizi lafta bırakmadan, hayata geçirebildiğimiz kalite örnekleri ile sunabilmeliyiz kalitenin ne olduğunu! Uyulmayan yasalara benzememelidir kalitenim kuralları…

Yıllar önce İstanbul’da gerçekleşen, basına kapalı bir uluslararası toplantıda, her ülkeden ünlü bilim adamları  vardı. Amerikalıların %90’ının, iki katlı ahşap evlerde oturduğunu bildiğim için peki gökdelenlerinizde kimler oturuyor?” diye sorduğumda, “hiç unutamam”; zavallı Amerikalılar yanıtını almıştım. Dolayısı ile çelik yada betonarme bir gökdelenin 44. katında okunan doğa türküleri ve oturan kişilerin tabiat hakkındaki özendirici söylemleri ne kadar sahte olacak ise, ahlâki sorunları ayyuka çıkmış bir imamın da, gençleri dine kazandırabilmesi düşünülemez. Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz öz deyişi, bu gibi yanlışlara işaret eder ve dikkat çeker! Çünkü kalite, doğru önerilerin bizzat yaşanılması ile tezahür eder. Dini kitaplarda yazılanları sadece okuyarak nasıl ki o inanışın mensubu olunamıyorsa, yani ancak, bir inanışı yaşayabilenlerce inanç yaygınlaşabiliyorsa, kalitenin kurallarını, sadece kitap yazarak ama hayata geçirmek konusunda ne teşvikler ve ne de örnekler sunmayarak; yaygınlaşmasını da, inandırıcı olmasını da sağlayamayız! En doğru malzemeleri, en doğru yöntemlerle bir araya getirip örnekler oluşturmadıkça, kalitenin sadece sanal hayranı olmak, ne ülkemizi ne de dünyayı kurtarabilecektir.

Evet farkındayım. Bu konu bir roman olur! Ama kalitenin bir kuralı da; ağız kalabalığı, yada benzer bir deyişle lâf ebeliği yapmadan, en az teferruatın bence karşılığı olan; en az kelime ile fakat mutlaka kalıcı eylemle derdimizi anlatabilmektir. Başarabilirsek, ne mutlu hepimize…

1946 yılında inşaat mühendisi bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen yazar, 1997 yılından beri “Mimarlık”, “Eğitim” ve “Mesleki açıdan Ülke Sorunları” hakkında yazıyor. Erengezgin'in 120'den fazla makalesi 300'ü aşkın mesleki dergi ve gazetede yayınlandı.
Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.